16 Kasım 2011 Çarşamba

Ayrı kuşakların çocuklarıyız...

"Bazı kitapları doğru yaşlarda okumak hayattan tasarruf sağlar insana. Zamanında okumadığınız için geç kaldığınız kitaplar olduğu gibi, erken okuduğunuz için zamanında tadına varamadıklarınız da vardır." yazmış Murathan Mungan 10 Ocak 2002'de Milliyet Kültür Sanat'ta...
 
Derseniz ki esin kaynağı kimdir, nereden aklına gelmiştir, diyor ki: Behçet Necatigil'in dizeleri.
 
Aşınmış tahtaları kim yeniler gelince
Döner azdan başımız, sonra uzar ıssız kır.
Bir bizdik san sen, oysa gelir hep biri,
Kurar yeni barınak, kullanıp aynı taşları.
Yani ne mi diyorum, çok kurak tarla,
Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları...
 
"Kitaplar da aşklar gibidir. Doğru yer, doğru zaman ve diğer doğrular gibi... 
     Çocukların ve yeniyetmelerin ilgisini çekecek biçimde hazırlanmış bu çeşit kitaplar çocuklara hem okuma alışkanlığı ve zevki kazandırır hem de meraklarının, tutkularının, yönelimlerinin biçimlenmesinde yararlı olur." diye devam ediyor yazı. 
 
Şimdi düşünüyorum da çocukluğunun en güzel yolculuklarına kitaplarla çıkardı bizim neslimiz. Oysa bugün çocuklarımıza kitap okuma sevgisi, ilgisi, merakı kazandırmak ne denli zor. 
Bizim için bir ihtiyaçtı kitap okumak. Nefes almak kadar önemli, hayati bir ihtiyaçtı. Oysa çocuklarımız için bizim ya da öğretmenlerinin bir dayatması. Ya da yarın öbürgün bir şekilde girmek zorunda kalacakları sınavlarda başarılı olmaları için gerekli bir şey. Onların televizyonun ve bilgisayarın sonsuz imkanlarından aldığı keyfin yanında ne ki kitap okumak. 
Çocuk Bahçesi saatini heyecanla beklemenin ne demek olduğunu ya da ayda bir kez gidebildiğimiz kitabevinden, ancak bir tane alabildiğimiz 'kendimize ait bir kitap' seçmenin mutluluğunu anlamaları mümkün değil. Artık her şey, kıyafet de, kırtasiye de, oyuncaklar da öyle alınabilir fiyatlarla ve öyle çok ki... hiçbiri heyecanlandırmıyor çocukları... Bizim çocukluğumuzda zaman daha yavaştı. Her şeye vakit ayırabilirdik. Arkadaşlarımıza da, ailemize de, mahalle esnafına da... Şimdi zaman öyle hızlı ki aynı evde yaşadığımız ailemizle bile iki satır konuşmaya fırsat yok... Belki de ondan bizim de işimize geliyor onların televizyon karşısında oyalanmaları, bilgisayar karşısında kendilerini unutmaları... Oyuncakları kırıldığında bile üzülmüyorlar... nasılsa yenisi alınıyor... her yerde var yenisi zira... bizim zamanımızdaysa en güzel oyuncaklar almancı akrabaları olanlarda olurdu ve onlarla oynanmazdı, büfenin üstünde, çocukların erişemeyeceği yerde olurlardı... uzaktan izleyerek ve elimize alsak neler oynayabileceğimizin hayalini  kurarak geçirirdik vaktimizi... ödev yapmak bile büyük bir heyecandı bizim neslimiz için... eğlenceydi hatta... televizyonun, bilgisayarın, oyuncakların olmadığı dünyamızda en büyük oyun aracımızdı ödevlerimiz... keyifle yapardık ödevlerimizi... özenle yazardık yazılarımızı... dantel gibi süslerdik sayfa kenarlarımızı... şimdi çocukların daha üretken olmasını sağlamak isteyen yeni sistem sayesinde anneler söylüyor çocuklar yazıyor ödevleri... bütün bu duygu ve düşüncelerimizi anlatmaya, paylaşmaya çalışıyoruz çocuklarımızla ama karşımızda dikkat kesilen bir çift göz ve kulak bulamıyoruz ne yazık ki... Bizler büyürken yaşadığımız kuşak çatışmalarını şimdi kendi çocuklarımızla yaşıyoruz. ne biz onları anlayabiliyoruz ne onlar bizi... ayrı kuşakların çocuklarıyız :(
Yine de umut var içimde... Bir şekilde onları yakalayacak, içine çekecek kitaplarla karşılaşacaklar... Dilerim bütün çocuklarımız bu keyfin tadını alabilir...

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Karınca :(

Yıllarca bir karınca eğitti.

Karıncaya "gel" dedi geldi,

"git" dedi gitti.

Bir gün bu mucizeyi paylaşmak istedi,

bir restorana gitti.

Koydu beyaz tabağın üstüne karıncayı.

Her numarasını gösterecek garsona hatta takla atışını sakladı en sona.

"Bakar mısınız garson?" dedi.

Garson geldi: "Buyurun efendim."

"Şu karıncayı görüyor musunuz?"

"Affedersiniz" dedi garson; karıncayı başparmağı ile ezdi.

Müjdat Gezen